Ahh... Bu "rüyalar gerçek olsa seni her
gün görürdüm, o incecik beline sarılarak yürürdüm / sabah olmasın diye
güneşi durdururdum, yanardağlarda tüten ateşi söndürürdüm" mottolu La La Land hakkında ne
yazsam bilmiyorum. Böyle girdiğime bakmayın, elbette beğendim. Hem de çok.
Hatta yarattığı rengarenk karnaval atmosferini öyle sevdim ki ekranın içine
cumburlop dalıp o cıvıltıya müdahil olamadığım için çok üzgünüm şu an.
Bıraksalar gıkımı bile çıkarmadan tüm ömrümü Los Angeles'ta bir sokak lambası
olarak tüketebilirdim. Filmden çıktıktan sonra eve dönüp koltuğa yığılarak
mandalina emiklemekten daha keyifli bir aktivitedir diye düşünüyorum en
azından. Neyse. Hollywood film stüdyolarından hoş bir seda bahşediyor La La
Land kulaklarınızın hatta gönüllerinizin pasını silmek için. Hayallerinizin
peşinden koşun diyor. Diyor
demesine ancak hayalleriniz
her zaman istediğiniz formda gerçekleşmeyebilir, buna hazırlıklı olun ve
sakın vazgeçmeyin diye de mesajını eklemeyi ihmal etmiyor. Los Angeles'ın ruh
okşayan sarhoş esintili, müzikal akşam karanlığında dans eden iki hayalperest: Mia (Emma Stone) ve Sebastian (Ryan Gosling). Biri aktris olma heveslisi, diğeri
de gönül verdiği caz müziğe yeni bir soluk getirmeye niyetli. Aşık oluyorlar. Tutkulu düşler, anlık sevinçler, kıpır kıpır danslar ve harika şarkılar karışıyor aşklarına film
boyunca, hayal nerede bitiyor gerçek ne zaman başlıyor anlamanın imkanı yok. Arka fonda da geceleyin bile maviliğinden ödün vermeyen yıldızlı
tanrısal gökyüzü! Gökyüzü hepimizin elbette, ama hayalleriyle yaşayan insanlar
onunla daha çok haşır neşir, değil mi? Öyle bir gökyüzü ki bu, La La Land’in
dingin, düşsel notalarına ilahi bir zevk katıyor. Ön plandaki ikiliye ve tabii
ki seyirciye de aşka gelip kayan yıldızların arasında memnuniyetle uçuşmak
kalıyor haliyle. Gerisi ise baki mutluluk… Damien Chazelle’i eski görkemli Hollywood
müzikallerini 2016 dijital sinemasında yeniden dirilttiği için takdir etmemek olmaz. Gerçekten
o peri tozlu, naif - nostaljik havayı her kareye sindirmiş. Sinema için uyanıkken rüya görmek derler ya hani bir nevi, hah işte bu deneyimi iliklerinize kadar hissettiriyor Chazelle. AMA... Tüm bu temaşayı çocuksu bir heyecan ve acemilikle işlerken özellikle kalabalık sahnelerin yönetimindeki yetkinsizliği, senaryonun ucuzluğu ve ana karakterlerinin tek boyutluluğu da göze çarpıyor. Ha, bunlar büyüyü bozuyor mu peki? Kesinlikle hayır. Film bittiğinde hayaller gerçek olsa diye iç geçirmeyen bizden değildir! (A-)
Son olarak fragmanı da paylaşayım, havamızı bulalım.
Oldukça benzer fikirleri taşıyoruz. Senaryo eski, karakterler derinliksiz, ama büyüleyici mi..kesinlikle. Zaten sinema da bunun için yok mu :) Yaratıcı bir fikir gerekmez her zaman. Eğer inandırıcıysan her masalı rahatlıkla satabilirsin :)
YanıtlaSilGerçekten de öyle. Önemli olan hissettirdikleri aslında, gerisi teferruat. Varsın bizleri şaşkına uğratacak delicesine yetkin bir senaryo metni olmasın, bu film tek başına kazandırdığı muhteşem müzikler için bile alkışı hak ediyor :-)
SilFilmi izlediğim günden beri müziklerini dinliyorum. Yorgun ruhlarımıza ne güzel geldi bu film değil mi?
YanıtlaSilEvet.. City of Stars, Someone in the Crowd... bu ikisine daha filmle buluşmadan önce bile bağımlı olmuştum ben. Ruh halime göre döndürüp döndürüp dinliyorum 😊
SilRyan Gosling ile Adım adım cinayet filminde tanışmıştım. Dikkat çekiyordu, sonrasında tüm filmlerini takip ettim. Bu filmi henüz izlemeyenlerdenim, tür olarak uzağım ama jön için izleyebilirim.
YanıtlaSilSezonun en çok ön plana çıkan filmiydi La La Land. Müzikal sevmiyorsanız bile Ryan Gosling hatrına bir şans tanıyabilirsiniz :)
Sil