Bayanlar
baylar, The Lobster benim Yorgos Lanthimos’la ilk tanışıklığım. Yunan yönetmenin
randevu yeri olarak böylesi cool, karanlık, alabildiğine melankolik ve o kadar da hınzır bir
distopyayı seçeceğini bilsem bu buluşmayı 2015’in soğuk bir aralık akşamına
erteler miydim? İzlememin üzerinden günler geçmesine rağmen bende bıraktığı
etki hala taze. The Lobster, çılgın senaryosu ve bile isteye paldır küldür
aksedilen; bilakis, zarifkar inceliğiyle gönlümü fethetti. Lanthimos’un etkin
yönetimi sayesinde kendimi bekarlığın büyük suç olduğu distopyanın arka
bahçesinde buldum. Havva’nın sunduğu elmayı reddederek, hangi hayvana dönüşmek
istediğimi çabukça düşündüm.
Her haliyle kusursuz bir yakın gelecek evreni yaratmış
Lanthimos. Günümüzün yapış yapış ilişkilerini, anlamsız evlilik kaidelerini ve
aile kurumunun gereklerini de hicvederek entegre etmiş evrenine. Bir tarafta toplumun
sunduğu kalıplara düşünmeden, sorgulamadan yerleşmiş, robotlaşmış yoz bir halk ile gücü elinde bulunduran, kurallarını kolaylıkla dikta edebilen ulu otoriteyi; diğer
tarafta ise baskılara karşı gelip sorgulayan, kaçış yolları arayan, lakin bulunca
kendisi de baskı uygulamaya başlayan anarşist kesimi görüyoruz. Bu esrarengiz evrenin sakinleri hepimize tanıdık anlayacağınız üzere. Yalnızca tuhaf olan benimsedikleri değerler, ahlaki yargılar ve toplumsal anlayışlar. The Lobster eşsizliğin lanetlendiği zalim bir distopyadan sesleniyor. 45 gün içinde kendilerine eş bulamayan insanların zorla hayvana dönüştürüldüğü anayasal bir düzen bu. Toplumda koyunsal bir kabullenme hakim, kimse "abi n'apıyoruz biz, nereye gidiyoruz?" diyemiyor, diyebilenler de toplumun dışına itilmiş zaten. Kesinlikle çağımıza yabancı olduğunu düşünmüyorum ben bu hikayenin. Bekarlara güvenmemek, çift olmaya kafayı takmak, evliliği kurtarmak için hemen lütfen çocuk sahibi olmak, aile apartmanları, aile çay bahçeleri, hoop aile var!? gibi çağımızın biricik değerleri de bu durumu kanıtlar cinsten. Evet, “hissetmediğin halde,
hissediyormuş gibi davranmak; hissettiğin halde hissetmiyormuş gibi davranmaktan
daha zor”, bunu dillendiriyor film sık sık. Ama bir başka perspektifte bunu
taban tabana da reddediyor. İlişkilerde hislerin, duyguların rolünü görmezden
gelerek, insanları madden, kişisel özelliklerine göre eşleştiriyor. Gerçekte de böyle değil mi zaten? “Davul bile
dengi dengine” şeklinde deyimin olduğu bir ülkede, hatta hala bile sosyal
sınıflara, statülere göre evliliklerin yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Tüm bu noktalar birleştiğinde Lanthimos’un paralel evreninin, yaşadığımız modern dünyadan çok da
farklı olduğu söylenemez kesinlikle, ki zaten modern bireye tutulmuş bir ayna
olarak niteliyorum ben bu filmi. Her sahnede, “bakın insanlar, bu komik
acımasız hallerinizle aslında ne kadar da acınacak haldesiniz” diyor ve
seyircisini bu ağlanacak içler acısı hallerine kahkahalar atıp gülmeye davet
ediyor.
Lanthimos,
toplumu başarılı bir şekilde tahkik etmiş sahiden. Sürprizleri ele vermemek
için değinemiyorum ancak filmde karşımıza çıkan bütün ilginç detaylar muhasır bir
zekanın ve keskin gözlemlerin ürünü kesinlikle. Ayrıca görsel açıdan da çok şık. Muzip alaycılığıyla da yıllar
sonra bile adından söz ettirecektir eminim. The Lobster, şimdilik 2015'in en lezzetli mahsulü benim gözümde. Sizlere de afiyet olsun!
O zaman dans!..
Puan: (A)
Ya soru işaretleriyle dolu sonu??
YanıtlaSil