25 Ocak 2016 Pazartesi

Brooklyn



Brooklyn, gayet sıradan bir dönem filmi aslında. İrlandalı kızımız Ellis (Saoirse Ronan) fırsatlar ülkesi Amerika’ya göçüyor. Yeni bir başlangıç, yeni bir hayat… New York’ta sıla hasretiyle ağlak başlayan macera genç bir adamla (Tony - Emory Cohen) tanışmasıyla yeni bir soluk kazanıyor. Ellis, Tony sayesinde Amerika’daki yaşamına daha kolay adapte oluyor. Tam oraya sevgi ve aşkla tutunmaya başlamışken de ailevi bir hadise yüzünden acı içinde İrlanda’ya geri dönmek zorunda kalıyor. Elbette geçici olarak… Ama evine döndüğünde bir kafa karışıklığı yaşıyor Ellis. Özlediği, içinde rahat ve mutlu olduğu bu taşra hayatı daha cazip geliyor onun için. "Zaten bir işim olmadığı için gitmiştim Amerika’ya, kendimce artık bir meslek de edindim acaba geri dönmesem mi sorunsalı?” Üstelik yeni tanıştığı Jim Farrell (Domhnall Gleeson) de başını döndürüyor genç kızın, gönlünü çeliyor. Kendi adıma, Ellis'in içine düştüğü bu ikircikli durumun daha başarılı işlenmesini isterdim ben, filmin en büyük problemi bu benim nezdimde. Ellis’in Tony ve Jim cephelerinde verdiği savaşa, içinde yaşadığı git-gellere tanıklık edemiyoruz. Öte yandan Tony ve Jim'i de pek fazla tanıyamıyoruz. Bunlar hikayeyi zayıflatıyor. Ayriyeten bir büyüme anlatısı da denebilir Brooklyn için. Vasıfsız, genç, körpecik Ellis kızımız bir başına gemiye biniyor; okyanus aşırı bir yolculuğun ardından kendini yepyeni bir ortamda bulacak. Burada memleket hasretiyle yanarken, göçmenlik sancılarıyla tutuşacak. Belki yeni acılarla da boğuşacak, ama sonunda kabuğunu kırarak yeni bir insana dönüşecek. Ama bu yolda da eline geçen malzemeleri pek fazla değerlendiremiyor film. 

Brooklyn’in mensubu olduğu janra yeni bir şey kazandırmadığı da doğru. Fakat senaryosundaki ufak özensizlikleri de görmezden gelirsek naif romantikliğiyle seyirciyi sarmalamayı başarıyor. Kusur örten bir sıcaklık - içtenlik mevcut filmde, sanırım bunun sebeplerinden biri de İrlanda havası koklatması. Bu şirin ada ülkesini doğası ve müzikleriyle gayet iyi yansıttığını düşünüyorum. Saoirse Ronan’ın büyüsünü de yadsımak olmaz elbette. Atonement ile hayatlarımıza giren bu genç aktrisin oyununu her filminde samimi bulmuşumdur ben, burada da tüm ışıltısı ve naifliğiyle karşımızda. Ellis'in ağırbaşlı, saf aile kızı imajını gayet usturuplu oluşturmuş, aldığı Oscar adaylığına hiçbir itirazım yok. Kadroda övgüye layık olan bir diğer isim de Emory Cohen, onun da Amerikan kanadındaki ılık esintiyle katkısı fazla. Son olarak söylemeden geçmeyeyim, 50’lerin ruhunu yansıtan rengarenk kostümleri de çok çok hoştu. Brooklyn’i En iyi film adayı olarak ilan eden Akademi, aslında en çok ödüle layık olduğu Kostüm Tasarımı dalında niçin aday etmedi anlayabilmiş değilim; üstelik The Revenant’ın salt ayı postu ve demirli gri çuvallardan oluşan hilkat garibesi kostümlerine bile adaylık vermişken… (B+)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder