1 Ocak 2016 Cuma

The Hateful Eight


Quentin Tarantino, “Nefret Sekizlisi” adlı bu sekizinci filminde sekiz karakterine kar kış kıyametin içinde, kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda Sherlock Holmes’çuluk oynatıyor. Oluk oluk akan kanlar, ummadık anlarda hortlayan terör, mağrur intikam yeminleri, malum nefret tohumları ve tüm bunlara eşlik eden serseri bir kara mizahın gölgesinde, ırkçılığı, kelle siyasetini yeren çılgın alt metin; Tarantino kumpanyasına hoşgeldiniz! 3 saate yaklaşan ömür törpüsü izleği son çeyreğindeki coşkuyu geneline yayabilseydi şayet, yeni bir Tarantino güzellemesini daha alkışlayabilirdi bu satırlar, ama heyhat olmuyor işte… Kurgu masasında filmini makaslatmaktan nefret eden nevrotik yönetmen yine çektiği tüm tuhaflıkları kumpanyasına dahil etmiş belli ki. Dallanıp budaklanarak kördüğümlüğe evrilen ve zaman zaman ucuz numaralara da başvuran senaryo, son 1 saat içinde de çözülmeseydi eğer, odaklanmaya çalışırken sıkıntıdan beyin anevrizması geçirebilirdim hafazanallah. Neyse ki ikinci devrede maçı aldı. Onuncu filminden sonra sinemayı bırakıp, tiyatro yönetmenliğine göçecek bu üstün beynin, sinema yolculuğunun son duraklarında tüm hevesini, hırsını alıp ortaya koyduğu eserin altına imza çakmak istemesini anlıyorum aslında. Quentin Tarantino bir marka kesinlikle, sevseniz de sevmeseniz de bir tarzı var adamın ve kalemi o kadar kuvvetli ki, garip antikalıklarıyla bile hikayesini izlettiriyor. Sanırım bundan dolayı kızamıyorum kendisine. Dediğim gibi sıradan bir film çekmekten ziyade bir kumpanya yaratıyor adam. Karakterlerinin geçmişlerini haset düğümleriyle birbirlerine bağlamayı, onları dehşetengiz bir düelloyla çarpıştırmayı, ağızlarından kanlar fışkırtmayı, seyirliğe müzik arası verip izleyicisine nefes aldırmayı seviyor. Onun lugatında öldürmek bayıltmak kadar sıradan, hafif bir ritüel. Tüm bunlara alışkın bir seyirci (ben de dahil) The Hateful Eight’ten rahatça keyif almayı başarıyor.

Mamafih, artık Tarantino’nun spaghetti westernlerden başını kaldırıp, şu lanet olası ıssız coğrafyaları terk etmesinin vakti gelmedi mi sizce de? Romantik/Komedi çekse bile kabulümdür, yeter ki milenyum çağına teşrif etsin artık. Kendisini rica minnet medeniyete davet ediyorum.  Bu sivri kalemi modern dünyanın fitne fücurluğuna dokunup, intikam yeminleri içerek de sinemasal bir şölen yaratabilir pek ala. Bkz. Pulp Fiction, bkz. Kill Bill. Bu arada Kill Bill sinema yazarları tarafından Tarantino filmografisinin en zayıf halkası olarak lanse edilir, kesinlikle katılmıyorum en sevdiğim filmidir kendisinin. Çünkü orada kan, şiddet, intikam, nefret gibi klasik Tarantino bileşenlerinin perde arkasında, bir anne yüreği naifliği de vardır buram buram. Ayrıca hikaye anlatımında, olay örgüsünde ve müzik kullanımında da benim nezdimde nirvanaya ulaşmıştır. Dolayısıyla bundan sonra çekeceği Kill Bill Vol.3 için çok heyecanlıyım ben, umarım hayal kırıklığına uğramam.

Son olarak oyunculara da küçücük değinmek istiyorum. Tarantino filmlerinde görmeye alışık olduğumuz Samuel L. Jackson, Kurt Russell, Tim Roth, Bruce Dern, Michael Madsen gibi isimlere kilit bir rolle (Daisy Domergue) Jennifer Jason Leigh eşlik ediyor. Hepsi iyiydi ama tüm alkışı Jackson ve Leigh’e emanet etmek istiyorum ben. Özellikle 53 yaşındaki Jennifer Jason Leigh film boyunca maruz kaldığı tüm şiddet bombardımanını gayet iyi karşılıyor ve hiçbir noktada aksamadan onca baskı altında sergilediği mizah gösterileri de iğreti durmuyor. Neyse efendim fazla söze gerek yok. The Hateful Eight neredeyse vasat bir Tarantino filmi olsa da, yaratıcısının alamet-i farikasıyla keyif verici bir seyirliğe dönüşerek finalde tüm aksiliklerini unutturuyor. 

Senenin seyretmesi elzem fabrika filmlerinden.  (B+)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder