18 Ağustos 2015 Salı

Aşk ve Nefret: Who's Afraid of Virginia Woolf?

Modern Tiyatronun en iyi oyunlarından biri olarak kabul edilen Who’s Afraid of Virginia Woolf? (Kim Korkar Hain Kurttan)’un sinema uyarlamasını henüz izleyebildim. Öncelikle Edward Albee’nin kaleminden çıkmış zekice diyalogları ve ince göndermeleri şahane bulduğumu peşin peşin söyleyeyim. Aslında Adem ile Havva’dan beri var olan bir durumun, aşk ile nefret arasında gidip gelmelerin öyküsü bu. Evlilik müessesi, cinsellik, Amerikan rüyası, ahlak, aile ve toplum yapısı gibi konularda incelikli laflar ederken, ironilere başvurmayı da ihmal etmeyen bir seyirlik. Drama olarak sunulmuş olsa da film boyunca attığım kahkahaların haddinin hesabının olmadığını söylemek isterim. Özellikle ilk yarısı günümüz sitcomlarına taş çıkartır cinstendi.  

Konusundan bahsedecek olursak… Martha ve George (Elizabeth Taylor & Richard Burton) Amerika’da yaşayan orta yaşlı bir çifttir. Martha bir partide tanıştıkları başka bir çifti (Nick & Honey - George Segal & Sandy Dennis) geceyi geçirmek ve partiye devam etmek için evlerine davet ediyor. Film geceden sabaha yalnızca bu 4 kişi arasında geçen diyaloglarla sürüp gidiyor. Alkole bulanan tüm gece, Martha ve George’un gerçekle sanrının kıyısında, aşk ve nefret arasında yaşadıkları çılgın gelgitlere sahne oluyor. Bu gelgitler sırasında bu sarhoş ikilinin birbirlerine sarf ettikleri ağza alınmayacak hakaretlere, ironik göndermelere ve nefret dolu oyunlarına şahit oluyoruz. Diğer genç çiftin de aslında onlardan pek farkı yok. Bu oyunlar onların da aralarındaki yalanları açığa çıkarıyor…

Mike Nichols, ilk yönetmenlik denemesi olmasına rağmen hikayeyi perdeye öyle başarılı aktarmış ki, George ve Martha’nın aralarında yaşanan olaylardan hangilerinin gerçek hangilerinin yanılsama olduğunu ayırt etmekte güçlük çektik. Diyaloglar hiçbir yerde teklemiyor. Yalnızca dört kişi arasında ve iki ayrı mekanda geçen olaylar seyirciyi bunaltmıyor, aksine nabzı hep yükseklerde tutarak gerçeklik hissini kuvvetlendiriyor. 

Dört oyuncunun da filme katkısını es geçmemek lazım. Anlatıyı ince nüanslarla onlar nefes alır kılıyor. Özellikle Elizabeth Taylor’ın burada sergilemiş olduğu efsane performansı tırnak içinde belirtmeden geçmek olmaz. Fazla hınzır, fazla mükemmeldi menekşe gözlü aktris

Dediğim gibi, aslında 4 sarhoşun dur duraksama bilmeyen diyaloglarını, sataşmalarını, laf sokmalarını, hayat tespitlerini izledik iki saat boyunca. Herkesin tahammül edebileceği bir seyirlik değil ne yazık ki. Ama ben şahsım adına müthiş bir enerji alarak seyrettim. George ve Martha’nın birbirlerini boğazlaması, Honey’nin saflığı, Nick’in zaafları bana iyi geldi galiba. Onlar alkolün batağında ağızlarına geleni sayarlarken ben deşarj oldum sanki, hem de fazlasıyla ketum olduğum bu dönemde…      


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder