Tuhaf bir yaz geçiriyorum…
Temmuzla ağustos kol kola girip
boğdular sanki beni maviliklerde, nefes alamıyorum.
Gün be gün tükeniyorum sanki…
Oysa her yaz yenilendiğimi hissederdim.
Dallarım umutla yeşerir, köklerim daha bir güvenle sarılırdı toprağa. Güze
hazırlanırdım usul usul. Şimdi bu ağustos sıcağında, sonbahar kasvetiyle
boğuşuyorum. Bu ağustos sıcağında oturdum Virginia Woolf’la bağ kuruyorum:
“…düşünmek istiyorum sessizce, sakince, ferahça, yarıda
kesilmeden, sandalyemden kalkmak zorunda kalmadan, bir şeyden diğerine kolayca
süzülerek, husumet ya da engel duygusu olmadan. derinlere, daha derinlere
dalmak istiyorum, yüzeyin ötesine, yüzeysel kaskatı gerçeklerden kurtulmak
istiyorum. kendimi sabitlemek için akıp giden ilk düşünceyi yakalamalıyım…”
Düşünüyorum…
Hayatımın boş olduğu kanısına varıyorum nankörce. Severek
yaptığım her ne varsa boşmuş sanki. Bomboş yaşamışım bunca yıl. Ve bunu 22
yaşımda, bir ağustos sıcağında anlamışım…
Emin değilim…
Belki de sanmışım…
Hiçbir şey bilmiyorum…
…kendim hakkında bile…
Kendimle alıp veremediğim çok şey var. Hatalarım var…
Onları yok edebilmek için annemin kucağında bir bebek
olduğum günlere dönüp, her şeye yeni baştan başlayabilmeyi nasıl isterdim…
Bütün bunları aşıp, adamakıllı ne düşündüğümü söyleyebilmeyi
ne çok isterdim…
Kendime güvenebilmeyi…
Kendimi sevebilmeyi…
Sanrılardan kurtulup mutlu olabilmeyi…
Ne çok isterdim…
Oysa,
“ne saçma bir düştü mutsuzluk!”
Mutsuzluk mu daha saçma, yahut umutsuzluk mu?...
Çözemedim...
Hangisi daha acı...
Hangisi daha erdemli?
Bu ağustos sıcağında ikisine eşlik eden 'belirsizlik' yüzünden delirmeme "saatler" var!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder