Ben bu dünya umurlarında olmayan, çok sevdikleri asi gençliklerini uyuşturucu ve alkol batağında tüketen, "vuhhuu genciz, eğleniyoruz, hayatımızı yaşıyoruz"cu tayfaya katiyen tahammül edemezdim aslında. Nasıl oldu bu film beni bu kadar avucunun içine aldı da 163 dakika boyunca gıkımı çıkarmadan seyrettim anlayamıyorum. Daha önce izlediğim filmlerin büyük çoğunluğu Amerikan alt sınıfı gençlerini yukarıdan bakarak yargılama peşindeydi. Bendeki bu algının sebebi bu filmlerin empoze ettiği normlar olabilir. Belki hayatımda ilk kez onlarla kendimi göğüs hizasında hissettim ve onlardan biri olmanın sandığımdan çok daha güzel olabileceğini kavradım. Belki de şu sıralar tıpkı onlar gibi her şeyden uzaklaşmaya, hiçbir mekana, hiçbir insana bağlı ve bağımlı kalmadan günler - haftalar geçirmeye ihtiyacım var. Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da bu filmin algılarımı değiştirdiğidir. Kendin gibi olan insanların hikayelerini ya da ortak değer yargısına sahip olduğun, ortak amaçlar paylaştığın karakterlerin yer aldığı filmleri beğenmek kolay; asıl mesele ön yargıyla yaklaştığın bir kesimin öyküsünü sevebilmekte. Sadece bu yüzden bile Andrea Arnold'u alkışlayabilirim. Kaldı ki o American Honey ile bunların çok daha ötesinde hissel ve biçimsel bir başarı da yakalamış. Adımlarını sağlam atan, yer yer aynı hedefi nişan alsa da kesinlikle ıskalamayan anlatısını, işlevsel müziklerle, şiirsel video klip estetiğiyle ve provasız oyunculukların şeffaf samimiyetiyle taçlandırmış. Film boyunca, diyar diyar dolaşıp artık kimselerin okumadığı dergileri satarak gününü kurtarmaya bakan bir minibüs dolusu yitik gencin ölgün hayallerini dinliyorsunuz. Hikayenin merkezinde de genç bir kız var: Star (Sasha Lane). Star'ın bu gruba katılışı bir kaçış esasen. İzbe bir viranede geçen, yokluk, yoksunluk hatta cinsel istismarla bile sınanan yaşamından ardına bakmadan uzaklaşmak istiyor Star. Nereye, nasıl gideceğinin hiçbir önemi yok. Yeter ki içkisini yudumlayabileceği, arada dans edebileceği dertsiz tasasız bir yer olsun. Kaybolsun. Aidiyetsizlik, yersizlik, yurtsuzluk, amaçsızlık bunlar da mühim değil, yüzün nerede gülüyorsa orası senin cennetindir. Umutsuz topraklarda aşkı da bulan Star öyle güzel özgürleşiyor ki bu yolculuk sayesinde, bir müddet sonra kendini Amerika gibi hissetmeye başlıyor. En az Amerika kadar serbest ve özel, Amerika gibi gözde ve büyüleyici... Arnold odağına aldığı gençleri yaşam tarzlarından müzik zevklerine kadar seyirciye tanıtmakla kalmıyor, onları sevdiriyor da. Üstelik minibüsün uğradığı kentlerden paylaştığı fotoğraflar vesilesiyle, bugün görmezden gelinen alt sınıf özelinde Amerikan rüyasının nasıl suya düştüğüne, sınıflar arası ekonomik uçurumun varlığına ve hayallerin parayla satın alınabilirliğine dair çarpıcı kesitler de sunuyor. Lady Antebellum'un filme adını veren parçasının çaldığı ve tüm minibüsün hep bir ağızdan şarkıya eşlik ettiği harika sahne için ise diyecek söz bulamıyorum, sizin de içinizi ısıtacaktır muhakkak... (A-)
Vay vay vay 😄 Ben merak ettim şimdi bu filmi, izleme listeme eklendi. Teşekkürler sinemarquez ☺️
YanıtlaSilBen de fikrini merak ediyorum, umarım benim kadar sen de seversin :)
SilFilm o "American Honey" sahnesinde bitseydi keşke :-)
YanıtlaSilBenim oradan sonraki metaforik after party ile ilgili çok büyük bi problemim yok ama haklısın, olmasa da olurdu hakikaten. Hatta çok da şık olabilirdi filmin o şarkıyla minibüsün içinden veda etmesi :)
Sil