26 Eylül 2016 Pazartesi

Tek Güne Sığdırılmış Film Meydan Okuması


"30 Day Movie Challenge" geçen yıl birçok blogda görmüştüm ve çok özenmeme rağmen biraz üşengeçliğim, biraz da bir günümün diğerine uymaması yüzünden kayıtsız kalmıştım. Zira eserekli olduğum için her gün çıkıp da günün sorusuna uygun film paylaşmak bana göre değildi, elbet bir gün sıkılıp bırakırdım diye düşünüyorum. Geçen haftalarda bu etkinlik twitter sayfalarına da sıçradı. "Acaba ben de mi yapsam?" demedim değil kendi kendime. Ancak beni asıl tetikleyen şey AFK Sinemada blogunda günübirlik yapılmış halini görmek oldu. Sonra daha fazla kayıtsız kalmayayım ve burada 30 soruyu da bir seferde halledeyim dedim. Benim için de geçmişimi tarama mahiyetinde oldu. Yahu ne güzel filmler izlemişim, nasıl güzel diyarlara alıp götürmüşler beni. Haydi sizinle de paylaşayım:


1 – En Son İzlediğim Film


Sizi bilmem ama ben Magic in the Moonlight’a kırk, Irrational Man’e ise yalnızca yirmi dakika tahammül edebildiğim için, Woody Allen’dan ümitlerimi kesmeye başlamıştım artık. Bundan ötürü Café Society’nin başına her ne kadar beklentilerimi asgari düzeye indirerek oturmuş olsam da beğendiğimi söylemeliyim.  En azından filmin sonunu getirebildiğim için bile mutluyum.

2 – Sevdiğim Bir Fantastik Film


Ne kadar fantastik elbette tartışılır. Ama ben Jim Jarmusch’un geceleri Fas sokaklarında kana susamalı bu estetikli fantezisini çok seviyorum.

3 – Sevdiğim Bir Aksiyon/Macera Filmi


Fazla söze gerek yok, neresinden bakarsan bak efsane bir film. Tarantino’yu Tarantino yapan, rüya oyuncu kadrosunu yıldızlaştıran. Ha bir de Mia’nın elinde sigarasıyla “Girl, You’ll Be A Woman” eşliğinde döne möne dans ettiği bir sahne var ki dillere destan. Bir aralar her gün o sahneyi ziyaret ederdim, özledim o günleri.

4 – Sevdiğim Bir Korku/Gerilim Filmi


Zerre görüntü teknolojisine başvurmadan, yönetmenin evinde alelade çekilen paralel evrenli enfes bir gerilim filmi bu.

5 – Sevdiğim Bir Drama Filmi


Varoluş sancılarımızı, mutsuzluğumuzu, yalnızlığımızı kıymetli kılan; görüntü işçiliğiyle nice kalplerde onulmaz sızılar bırakan nadide bir şaheser. Derhal elden ele dolaştırılmalı…

6 – Sevdiğim Bir Komedi Filmi


Mike Leigh’in geçtiğimiz haftalarda bayıla bayıla seyrettiğim İngiliz burjuvazisini yeren filmi High Hopes sahiden çok hoş. Hala bile aklıma sahneler geldikçe gülüyorum.  Not: Valerie isimli karaktere dikkat! 

7 – Beni Mutlu Eden Bir Film


Aslında karanlık bir film bu. Ama gerek hayata tutunamayan, rüzgarda savruk başına buyruk başkarakterinde kendimi bulduğum için, gerekse 60’lı yılların karla kaplı New York’unu mesken edindiği için izlediğimde mutlu oluyorum sanırım. Hem arka fonda bir folk şarkısı çalar, kareli battaniyenin üzerinde sarmal bir kedi gezinir de mutlu olmaz mı insan? :)

8 – Beni Üzen Bir Film


Fatih Akın’ın Altın Ayı’lı pasaklı filmi. Kusursuz değil elbette, ama final sahnesinde sarsıla sarsıla ağladığımı bilirim. İstanbul Otogarı’ndan Mersin’e hareket etmeye hazırlanan Çağlar Turizm’e bağlı sarı bir otobüsün, 36 numaralı cam kenarı koltuğunda oturan Cahit’in gözlerindeki keder bitirmişti beni. İnsan sevdiğine böyle mi yanar?

9 – Sahne Sahne Ezbere Bildiğim Bir Film


Nicole Kidman, Meryl Streep, Julianne Moore. Bir yazar, bir karakter ve bir okuyucu. Virginia Woolf’un kendini usul usul nehre bırakışı, Leonard’ın hızlı adımları. Bayan Dalloway’in çiçekleri, Clarissa Vaughan’ın çiçekleri. Zambaklar ve kırmızı güller. Kutsal uyanış seremonisi. Suratlardaki sabah mahmurluğuna çarpılan bir avuç su. Laura Brown’ın doğum günü pastası. Perdeler. Çıkışsızlık. Bi ne yapacağına karar verememe durumu. Ama yine de hayata katılmak için vakur, şüpheci bir tavırla merdivenlerden iniş. Ve tamam, dünya sahnesindeyiz. Başlıyoruz:
  
- Günaydın Leonard.
- Günaydın Virginia. Uykun nasıldı.
- Olaysız.

The Hours’ın eşsiz açılış sahnesi hayatımda izlediğim en iyi şeydi. Bunları yazarken bile tüylerim diken diken. Philip Glass’ın harika müzikleri için lütfen tıklayınız. 

10 – Sevdiğim Bir Yönetmen


Dahi bir yönetmen. Bugüne dek başına oturduğum her filmiyle beni mest etti. 54 gibi genç denebilecek bir yaşta bu dünyadan göçmüş olması ne acı…

11 – Çocukluğumdan Kalma Sevdiğim Bir Film


Kitaplarıyla, filmleriyle büyüdük bu serinin, hayranlığımı ifade etmeye kelimeler yetmez. Azkaban Tutsağı ise serinin en sevdiğim filmi. Alfonso Cuaron farkı.

12 – Sevdiğim Bir Animasyon Film


Studio Ghibli animeleriyle yeni yeni ısınma turları atmaya başladım. Yavaş yavaş, sindirerek seyrediyorum. Only Yesterday’in Grave of the Fireflies ile Sprited Away kadar meşhur olmaması ne yazık. Halbuki sıcacık, sevimli bir büyüme hikayesi.

13 – Sevdiğim Bir Aşk Hikayesi


Halil ile Meral. İstanbul, Adalar ve sonbahar. Melankoli ve hüzün. Ve yağmur…

14 – Herhangi Bir Filmden Sevdiğim Bir Replik


“Şu küçük çok anlamlı iğneleyici sözler, küçük alaycı dudak kıvrımları. Nasıl da bıkmışım, nefret etmişim bütün bunlardan…”

Kış Uykusu'nda Necla’nın memnuniyetsizce büzülen dudaklarından dökülen her sözün altına imzamı atarım.

15 – Kitap Uyarlaması Olan Sevmediğim Bir Film


Kitabından farklı olarak bayık, tek düze, uyduruk bir film bu. Hiç Sevmedim.

16 – Sinemada İzlediğim Son Film


Velev ki bir senedir sinema salonu bulunmayan bir taşra kasabasında yaşıyorum ¯\_(ツ)_/¯
Ama arada dışarı çıkabiliyorum tabii ki, nitelikli filmler olduğunda sinemayı da ziyaret ediyorum. En son ocak ayında Carol’ı izlemiştim. Karlı bir kış günüydü. Kalp ağrılarıma hep kış mevsiminin ev sahipliği yapması ne tür bir tesadüf peki?  Salonu en son benim terk ettiğimi ve sokağa çıktığımda “ambulans” diye bağırdığımı hatırlıyorum…

17 – Geçen Yıl İzlediğim En İyi Film


Son of Saul’u izlediğim günü de acil serviste noktalamıştım. Beni 1 saat 47 dakika boyunca nefes aldırmadan evire çevire dövmüştü (hiç şikayetçi değilim) zira, vücudumun muhtelif noktalarında hala izleri var. Onlar geçer elbet, peki ya beynimdekiler?

18 – Beni En Çok Hayal Kırıklığına Uğratan Film


Pedro Almodovar  2000’lerin başında yakaladığı ivmeye bir daha ulaşamayacak galiba. 2011’de The Skin I Live In ile umut dolmuştuk oysa… Julieta da koca bir hayal kırıklığı çıktı.

19 – Sevdiğim Bir Erkek Oyuncu


Bu yaz A Bigger Splash’ı izlerken Ralph Fiennes’i çok seviğimi fark ettim. Lütfen kıymetini bilelim, ve bir an önce oscarlandıralım.

20 – Sevdiğim Bir Kadın Oyuncu


İzlemeyi sevdiğim bir diğer oyuncu da Marion Cotillard. Taa La Vie en  Rose döneminden beri takip ediyorum, bir tek Macbeth’te sevmedim. Brangelina’yı ayırdığı yönündeki dedikodulara kulak tıkamayı tercih ediyorum...

21 – En Hak Ettiğinden Fazla Değer Biçilmiş Film


Bu challenge’ı yapanların en az yüzde sekseni “sizi mutlu eden film” sorusuna bu filmi yanıt olarak yazıyor, biliyorum. Ben ise değil mutlu olmak, bir kere bile mimik oynatmadan donuk bir yüz ifadesiyle izledim. Çok abartılıyor, bence vasataltı bir film. Sevenlerine mutluluklar diliyorum.

22 – En Önemsenmemiş Film


Ya da az önemsenmiş. Bernardo Bertolucci’nin bu gezgin motifli, Kuzey Afrika’da kayboluş hikayesi benim nazarımda bir başyapıt. Şimdilerde ise kimsecikler izlemiyor maalesef.  

23 – Herhangi Bir Filmden Sevdiğim Bir Karakter


Almodovar’ın en sevdiğim filminden pek sevdiğim bir karakter Agrado. Tipik bir Almodovar kadını. Cevval, sempatik, hazır cevap ve sırlarla dolu.

24 – Sevdiğim Kötü Bir Karakter


Joan Crawford’a sette kök söktüren ezeli rakibi Bette Davis. Yahut kötürüm Blanche Hudson’ı canından bezdiren deli kız kardeşi Jane Hudson. Kötü insanlar birazcık da yaralı değil midir zaten? Taparcasına seviyorum bu filmi!

25 – Sevdiğim Bir Kahraman


Orta Dünya’nın bilge büyücüsü Gandalf.

26 – Suçlu Zevklerimden Saydığım Bir Film


Evet, kabul ediyorum kötü bir film serisi Scary Movie. Ama lise dönemimde ilk filmi arkadaşlarımla toplaşıp seyrederken kusarcasına güldüğümüzü hatırlıyorum (çürük domates yağmuru). Keşke dördüncüsünü, beşincisini çekme gafletine düşmeselerdi de tadında bıraksalardı.

27 – Sevdiğim Bir Klasik


İlişkiler ve evlilik müessesesi üzerine muhteşem bir klasik. Elizabeth Taylor rüya gibi, Edward Albee imzalı text şahane. Tiyatro sahnesinde de izlemeyi çok isterdim.

28 – Sevdiğim Bir Arkadaşlık Portresi


Burada biraz çizginin dışına çıkmak ve sıradan bir arkadaşlıktan ziyade komşuluk ve hatta birnevi kader ortaklığı portresi paylaşmak istiyorum. Lübnan’da mezhep savaşlarının hortlamaya başladığı bir köyde geçiyor bu film. Köyün erkekleri birbirlerine girerken, Müslüman ve Hristiyan kadınlar daha da kenetlenerek bu duruma mükemmel bir çözüm geliştirip, köyde dinler üzeri huzur ortamını tahsis etmeyi başarıyorlar. Yönetmen Nadine Labaki melodrama göz kırpıp, yer yer duyguları sömürmekten yüksünmese de gayet güzel bir film çıkarmış ortaya. Tebrik!

29 – Sevdiğim Bir Yeniden Çevrim


İlah yönetmen Billy Wilder’ın Marilyn Monroe’lu pek sevdiğim klasiği Some Like It Hot’ın aslında Alman yapımı Fanfaren der Liebe isimli bir filmin yeniden çevrimi olduğunu biliyor muydunuz?

30 – Hiç Sevmediğim Bir Film


Eee kumsalda başladık, kumsalda bitirelim madem dimi ama?
Kötü, kaka, iğrenç, rezil bir film bu. Film de denemez aslında, tuhaf bir şey bu. 2 saatlik kocaman bir iç sıkıntısı, sonunu getirebilene madalya verilmeli. Hala bile Terrence Malick, Natalie Portman, Cate Blanchett ve Emmanuel Lubezki’nin ele ele vererek çıkıp “şaka yaptık” demelerini bekliyorum. Şaka gibi.

9 yorum:

  1. Ay ne güzel filmler <3
    The Hours'un açılış sahnesini ben de çok severim, öyle hoş anlatmışsın ki bu coşkuyla birazdan üçüncü kez izleyeceğim o filmi.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel olmuş Muzaffer ☺ Keyifle okudum, pek çok seçiminin benimkilere güzel alternatifler olduğunu düşünüp başımı sallaya sallaya. What Ever Happened to Baby Jane?, Inside Llewyn Davis, The Hours, Sevmek Zamanı, Only Yesterday... hepsi harika filmler ❤︎ The Double Life of Veronique izlemem gerek mutlaka, o eksik bende. Bir de bu ara acaba Knight of Cups'a baksam mı diye düşünmeye başlamıştım, ona bulaşmasam iyi olacak demek..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, sende böyle tek sayfada derlenmiş düzenli halini görmeseydim bu etkinliğe niyetlenmezdim herhalde. Tek tek filmleri ara bul, görselleri hazırla, hislerini yaz… çok eğlenceliydi gerçekten, pazar günüm şenlendi :-)

      Veronique, şu hayatta en sevdiğim beş on filmden birisi, sen de seversin muhakkak. Hele hele bu hafif kasvetli, esintili sonbahar havalarında seyretmek çok daha etkileyici olacaktır. Knight of Cups’ı da beğenen bir kitle yok değil, ben nefret ettim orası ayrı tabii. İstersen bir şans tanıyabilirsin.

      Sil
  3. Bir tek Son of Saul konusunda katılamayacağım. O film bana kasıntı, burnu büyük ne bileyim, MEKANİK geldi. Duygular eksikti. Misal Schindler'in Listesi beni çok daha derinden etkilemişti...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklı olabilirsin ama ben mekanikliğini filmin ikliminin sertliğine yoruyorum. Aklını, kalbini kullanmadan can korkusuyla makine gibi işleyen insanlar var burada. Bir taraf durmadan öldürürken; diğer taraf katledilen yurttaşlarını birkaç hafta daha hayatta kalabilmek için birilerinin emriyle yakıp kül etmekle ve yerlerdeki ölü tortularını temizlemekle meşgul. Duygulara yer yok, iki taraf da hissizleşmiş, makineleşmiş birnevi. Çarklar öyle veya böyle dönüyor nasılsa.

      Sil
  4. Türkan Şoray'ın Fıstık Gibi Maşallah'ının Some Like It Hot'ın yeniden çevrimi olduğunu biliyor muydun? 😄 Kesin biliyorsundur. Ben de ikisini de severim filmlerin. Hatta karşılaştırmalı yazdım zamanında 😄.
    Seçimlerim sorulara bu filmler olur muydu düşünmedim ama baya ortak film zevkimiz varmış birkaçı hariç. Bir de izlemediklerim var onları da not edeceğim ☺️.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahah vallahi bilmiyordum :D Fıstık Gibi Maşallah'ı youtube'da buldum şimdi, not ettim izleyeceğim. Yaaa geniş bir zamanında sen de yapsan keşke bu meydan okumadan, keyifle okurduk😃

      Sil
    2. Ben bu challenge'ı gördüğümde günü gününe yapmak istiyordum zaman olmadığından yapamadım. Bu böyle tek gün iyiymiş 😄. Eğer bunu yapabilirsem paylaşırım.

      Sil