3 Ağustos 2015 Pazartesi

Hatırlayabilmenin Acısı: Hiroshima mon amour

Fransız Yeni Dalgası’nın ustalarından Alain Resnais’nin 1959 tarihli başyapıtı bende bileklerimi kesme isteği uyandırdı...

İkinci Dünya Savaşı’nın bedelini en ağır biçimde ödemiş bir kent ve bir kadının yıkılış ve yeniden yaradılış öyküleri, başroldeki Emmanuelle Riva’nın histerikli sesi, filmin geriye dönüşlerle örülü çarpıcı kurgusu ve tekinsiz müziğiyle buluşunca, ufak çaplı bir depresyon atlattım. Bir belgeselden alınmış, atom bombasının yol açtığı felaket görüntülerini hazmetmem epey zaman alacak.  Tam unuttum sanırken karşıma çıkan bir fotoğraf ya da başıma gelen herhangi bir olay Riva’nın da dediği gibi o görüntüleri yeniden çağrıştıracak. Ve bir gün, elbet bir gün tamamen hafızamdan çıkacak…

Film, “hafıza bir insanın canını ne kadar acıtabilir?” sorusunu odağına alarak ilerliyor. Hiroşima’ya savaş bittikten 14 yıl sonra barış konulu bir filmde rol almak için gelen Fransız aktris, çekimlerin son gününde Japon bir mimara aşık oluyor. İkili kuytu bir otel odasında sevişiyorlar. Hatta film atom bombasının kurbanlarının parçalanmış, küle bulanmış gövdelerinin ardından, yatakta uzanmış yatan ikilinin çıplak bedenlerini ekrana getirerek açılış yapıyor. Felaket görüntülerine Fransız aktrisin sözleri eşlik ediyor: “Hiroşima’da her şeyi gördüm diyor.” Gördüklerini anlatıyor... İkisinin de mutlu evlilikleri, çocukları var, ama bir otel odasında sevişiyorlar. Vay be diyoruz, demek ki Hiroşima edepsiz bir aldatmaca esnasında, güpegündüz bir otel odasında küstahça da konuşulabiliyormuş... 

Sonrasında, bu adamın Fransız aktrise geçmişi çağrıştırdığını anlıyoruz. Ve belleğin acımasızlığıyla tanışıyoruz. Kadın unuttuğunu sandığı geçmişini bir daha görmeyeceği bu adama tek tek anlatıyor. Dağınık flashbacklerle, aktrisin savaş yıllarında genç bir kızken, Nevers’de işgalci Nazi askerlerinden biriyle büyük bir aşk yaşadığını, asker öldürüldükten sonra da delirdiğini ve ailesi tarafından mahzene kapatıldığını öğreniyoruz. 

Adeta Hiroşima’da atom bombasının patlaması sonucu yaşanan 'kitlesel acı' ile bu kadının kendi içinde yaşadığı 'kişisel acı' birbirine koşut ilerliyor. Her ikisi de yıkımın ardından yeniden yaratımı yaşıyor ve tuhaf bir biçimde toparlanıyorlar. Pek tabii bu durum yönetmen Alain Resnais’nin marifeti ve filmin Fransız Yeni Dalganın ürünü olmasıyla açıklanabilir.

Marguerite Duras’nın imgelerle dolu senaryosu, şairane anlatımıyla birleştiğinde izleyeni büyülüyor. Ağır aksak ilerleyen temposu ve tokat gibi çarpan replikleri yüzünden onulmaz bir klostrofobiye sürüklenen seyirci de bu şiirsellik sayesinde filmin sonunu getirmeyi başarıyor. Tabii Emmanuelle Riva’nın donuk bakışlarının da mahareti yok değil. Kendisini 2012 yılında da “Amour”da seyretmiştik. Asaletini muhafaza ederek ne de güzel yaşlanmış öyle…

Filmin kurgusu ve sembolik metni nedeniyle kolay bir seyirlik sunmadığını kabul etmek gerek. Ancak bir kere kendinizi akışına bırakırsanız, hayran olmamanız için hiçbir sebep yok. Hatta depresif ruhunu bile sevebilirsiniz, nitekim böyle filmlere de ihtiyacımız var!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder