Nihayet "Tozlanmış Filmler Köşesi" bölümünün perdesini "All About
Eve" ile açıyorum. Bu bölümde geçmiş yıllarda izlemeye fırsat bulamadığım, henüz
keşfedebildiğim filmleri yad etmeyi planlıyorum (ve o kadar çoklar ki...). Umarım okurken keyif
alırsınız... Sinema tarihinin kilometre taşlarından biri All About
Eve. Tam anlamıyla bir oyunculuk resitali diyebiliriz. Evet, bir sinemasever
olarak bu resitali izlemek için epey geç kaldım, farkındayım. Ama bugün, bu
utanç duvarımı yıkıp, All About Eve’e methiyeler düzmenin vaktinin geldiğine
inanıyorum.
Joseph L. Mankiewicz'in yazıp yönettiği 1950 yapımı kült film,
bir ödül töreni sahnesiyle açılış yapıyor. Oldukça prestijli olan Tiyatroda
Üstün Başarı Ödülünü ilk kez böylesine genç bir kadın alacak: Eve Harrington
(Anne Baxter). Kendisi alkışlar eşliğinde sahneye çağrılıyor. Tam, genç ve
güzel ellerini ödüle doğru uzatırken, Eve’in aylar öncesinde henüz yıldız
tozlarına bulanmamış, belki de daha çulsuz ve o kadar da masum haline keskin
ama güzel bir geçiş yapılıyor. Bu noktadan sonra Eve’in şöhret basamaklarını
birer birer tırmanışı hikaye edilecek, belli. Ama Eve’in macerası öylesine
sistematik bir zincir halinde aktarılacak ki, kesinlikle hiçbir halkası sıradan
değil! Her yönüyle ışıl ışıl. Oldukça başarılı oluşturulmuş cast da bu
ışıltının tuzu biberi. Şimdi bu macerayı tüm çıplaklığıyla, istemediğiniz kadar
spoiler vererek, sade bir seyirci gözüyle anlatacağım.
Efendim, yağmurlu bir ekim günü. Broadway'deyiz.
Ünlü oyuncu Margo Channing (Bette Davis), oyununun ardından
perde kapanırken yine ayakta alkışlanmış. Seyircisi tarafından çılgınca
seviliyor, ve sevildiğinin de farkında. İlerleyen yaşına rağmen mesleğinin
zirvesinde. Doğal olarak da kaprisli, üstelik orta yaş bunalımında olduğu için
hepten çekilmez bir halde. Şu an kuliste makyajını silerken, oyun yazarı Llyod
Richards (Hugh Marlowe)’la hararetli bir sohbete dalmış. Tam o sırada Lloyd’un
karısı Karen (Celeste Holm) da tiyatronun kapısından içeri giriyor. Pespaye
kıyafetler içerisindeki, gizemli kadın (Eve) da her gün olduğu gibi işte yine orada.
Amacı ne bu kadının, neden her gün Margo’nun kulisten çıkıp, arabaya binişini
seyrediyor? Karen, onu merak ediyor ve konuşmaya başlıyorlar. Meğer Eve,
Margo’ya olan saplantılı hayranlığından dolayı onun hiçbir oyununu kaçırmamış.
Oyunun bütün gösterimlerine gelmiş, izlemiş ve delice hayaller kurmuş.
Birazdan, Karen onun Margo’yla tanışma hayalini gerçekleştirmenin haklı
gururunu yaşayacak. Ama burada ufak bir parantez açıp, Eve’in duru güzelliğine,
mağrur bakışlarına değinmek istiyorum. Sahne tozunun büyüsüne olan aşkı, bu aşk
için ilerleyen zamanlarda neler yapacağından habersiz olan izleyicinin kalbini
okşuyor. Anne Baxter bir meleğin sinsi bir şeytana dönüşümünü tertemiz işlemiş,
finalde de Eve’in aslında bir şeytan olmadığını, baştan ayağa arzuları olan
hırslı bir kadın olduğunu hatırlatıyor. Bir de Margo’ya hayat veren bir efsane
var tabii; Bette Davis. Kendisi Hollywood’un gelmiş geçmiş en iyi
aktrislerinden. All About Eve’de de her sahnede devleşmiş ünlü oyuncu. Ses
tonuyla, jest ve mimikleriyle, bazen edepsizliğiyle, bazen melankolikliğiyle
bangır bangır haykırıyor bir yıldız olduğunu. Yasemin ağızlığıyla sigara
içmesinde, dumanını pür telaş üflemesinde bile bir star havası var. Neyse…
Parantezimizi kapatalım ve konuya geri dönelim.
Karen,
Eve’i kulise kadar götürüyor ve Margo ile tanıştırıyor. Eve, kuliste acıklı bir
hayat hikayesi patlatıyor (iyi hazırlanmış bir duygu sömürüsü piyesi olduğunu
kim bilebilirdi ki). Bu hikaye ve Eve’in tevazu dolu sözleri başta Margo olmak
üzere herkesi mest ediyor. Margo’nun yardımcısı Birdie (Thelma Ritter) dışında
kimse Eve’e karşı en ufak bir şüphe duymuyor. Oysa en başından beri Eve’in
sinsi ve kurnaz bir tilki olduğunu düşünüyor. Bu arada Thelma Ritter’in
kalburüstü oyunculuğuna da bir alkış emanet etmeden geçmeyeyim. Özellikle
Margo’yla aralarında geçen sivri diyaloglarda, Bette Davis’den aşağı
kalmayarak, hazır cevaplığıyla göz dolduruyor oyuncu. Ne yazık ki fazla sahnesi
yok...
Dediğim gibi, Eve’in kuliste anlattıkları ona bambaşka bir dünyanın kapısını açacak. Kısa bir süre içerisinde asistanlık sıfatıyla Margo’nun yanına taşınıyor. Eve, Margo’nun hayatını her yönden kolaylaştırıyor. Aynı anda hem menajeri, hem avukatı, hem sekreteri, hem polisi ve en yakın dostu oluveriyor. Bu arada Eve de hem Margo’yu yakından gözlemleyebiliyor hem de gösteri dünyasının önde gelenleriyle tanışma fırsatı yakalıyor. İki taraf için de kazançlı bir alışveriş. Eve, sanıldığı gibi Margo’ya hayran değil, aslına onun şanına – şöhretine, mevkisine hayran. Şöhretin vadettiği pahalı giysi ve mücevherlere, alkışlara hayran. O bir gün Margo’nun yerini alabilmek için her şeyi yapacak ama Margo bu durumu çok geç fark edecek. Eve, ilk önce Margo’nun yedeği olarak sahneye çıkacak, ardından da Margo için yazılmış bir rolü kaparak başta değindiğim ödüle uzanacak. Bu süreçte, layetezelzel amacına ulaşabilmek için, oyun yazarı Llyod’u ve Margo’nun sevgilisi yönetmen Bill Sampson (Gary Merril)’ı baştan çıkarma küstahlığına bile erişecek ama tiyatro eleştirmeni Addison DeWitt (George Sanders) dışında kimseciklerin ruhu duymayacak. DeWitt, Eve’in bir tiyatro yıldızına evrilmesinde önemli rol oynayacak ve bildiklerini vakti geldiğinde koz olarak kullanacak.
Filmin finali de tuhaf bir döngünün habercisi gibi. Ödül
töreninden dönen Eve, salonundaki pahalı mobilyalardan birinin üzerinde
tanımadığı genç bir kızı uyurken buluyor. Başta hırsız zannediyor, ama değil.
Eve’in en büyük hayranı (!) bu kızcağız…
Anlayacağınız, All About Eve mükemmel bir şekilde
kurgulanmış sistematik hikayesiyle göz dolduruyor. Üzerinden 65 yıl geçmesine
rağmen hala taptaze ve hiç yabancı değil. İnsanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen
hırsı, hala bu hikayeyi güncel ve işler kılıyor.
Filmde Marilyn Monroe’nun da ufak bir rolü var. Oyuncu olma
heveslisi, gerzek bir kızı canlandırıyor ve güzelliğiyle de kalp kırıyor aktris.
Bu arada, All About Eve 1951’deki Akademi Ödülleri’nde 12 dalda tam 14 adaylık
almış ve bunların altısını (en iyi film dahil) altına dönüştürmüş. Oyunculardan,
Bette Davis ve Anne Baxter en iyi kadın oyuncu, Celeste Holm ve Thelma Ritter
en iyi yardımcı kadın oyuncu, George Sanders da en iyi yardımcı erkek oyuncu
dalında aday olmayı başarmış.
Sinema tuhaf bir şey. Anlattıkları öykü,
paylaştıkları duygular hala güncel. Ama onlar artık yoklar, çok oldu terk-i
diyar edeli… Perdede görüyoruz işte, Bette oyunun ardından alkışlar patlatan
seyircinin önünde zarifçe eğilerek tebessüm ediyor. İnsanoğlu 65 yıldır aynı
şekilde tebessüm ediyor. Fakat Bette artık yok. Yarım saat önce muzipçe
yardımcısını azarlıyordu, gördük. Ama yıllar yıllar evvel kanserden öldü. Ve
ölene dek de filmlerde tüm karizmasıyla rol aldı. Demem o ki, sayın okuyucu
gerçek sanatçıların kıymetini bilin. Geç kalmış da olsanız All About Eve’i izlemeden
ölmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder