Türk Sinemasına katkılarından ötürü usta rejisör Metin
Erksan’ın aziz ruhuna en mukaddes duaları bağışlamak gerek. Kendisi bundan tam
yarım yüzyıl önce aşkın en saf hali üzerine modern bir şiir yazmış. Bu
muhteşemlik film değil kesinlikle, olamaz... Okuyucusuna damardan bahşedilen
lirik bir şiir bu. Hemen ilk sahnesinde kanınıza karışıp, etkisi altına alıyor.
Koltuğunuzdan kalkıyorsunuz, 1965 sonbaharının İstanbul ve Büyükada sokaklarına
çıkıyorsunuz. Faytonlar, vapurlar, gözleri sürmeli alımlı kadınlar… yoldaşınız
oluveriyor. Kafanızı nereye çevirseniz aşk, ve alabildiğine hüzün. Dibine kadar
da melankoli… Eski İstanbul ne hoşmuş, insanları nasıl saygılı ve kibarmış,
hayran kalmamak elde değil…
Sevmek Zamanı, Yeşilçamın yıllaca cıvkını çıkarttığı zengin
kız - fakir oğlan kombinasyonunun ilk örneklerinden, ve belki de en eli yüzü
düzgün olanı. Filmi yazıp yöneten Erksan, Fars edebiyatında da sıklıkla
rastlanan “surete aşık olma” temasını o yıllarda alışılagelmişin dışında modern
bir tarzda ve Avrupa Sinemasına paralel bir üslupla beyazperdeye aktarmış.
Özellikle görüntü yönetimine dikkat çekmek istiyorum. Kadraja yansıyan şahane
fotoğraflar, kullanılan geniş açılar ve başarılı imgeleme teknikleri Türk
Sineması’nda yaygın görülen şeyler değil kesinlikle. Zamanının çok çok ötesinde
bir yapım bu. Sekanslar şiir gibi karelerle öyle güzel sunulmuş ki, tüm
duyguları, acıyı, tutkuyu diyaloglardan değil de salt görüntülerden alıp
hisleniyorsunuz. Hele ki benim gibi depresif bir ruh haliyle filmin başına
oturduysanız (dışarıda yağmur yağıyordu ve ben gece 12’den sonra battaniyeyi
üstüme çekip seyrettim) aşık olmamanız için hiçbir neden yok! Öyle ki şu an
benim için sadece göldeki sahneyle bile Türk Sineması’nın mihenk taşı olmuştur
bu film.
Kürk
Mantolu Madonna’sında “Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen
hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?"
sözleriyle sorgulamış Sabahattin Ali “surete aşık olmak” eyleminin tuhaflığını. Onun Raif
Efendi’si ile Erksan’ın boyacı Halil (Müşfik Kenter)’i kardeş gibiler. Her ikisi de ince ruhlu,
naif, içine kapanık. İkisi de bir kadının portresine kaptırmış gönlünü. Sevmek Zamanı’nda Meral (Sema Özcan)’in
büyülü resmini, donuk bakışlarını görüyorsunuz, Halil’e hakkını vermek lazım. Maria Puder’inki ise hayal gücünüze
kalmış. Yanlış hatırlamıyorsam Maria Puder müzede Raif Efendi’yi resmini
izlerken görüp ortaya çıktıktan sonra adam onu tanımak ve ilişki kurmak için
can atıyordu. Filmde ise durum biraz farklı, ki zaten Raif ile Halil’in
kaderleri de farklı. Büyükada’nın yalnızlığından ve sonbaharın
melankolik atmosferinden ilham alan Halil, iç
süslemelerini yapmak için girdiği evin duvarında devasa bir kadın portresiyle
karşılaşıyor ve ona ilk görüşte vuruluyor. O andan sonra aylarca bir ritüel
halinde gidip gidip her gün resmi seyrediyor ve bir gün karşısında portrenin
sahibi Meral beliriyor. Kadın bu durumdan çok etkileniyor ve Halil'e ilgi
duymaya başlıyor. Halil ise başlarda kadını tanımak, resmin
arkasında yaşayan Meral’i görmek için tenezzül bile etmiyor. Çünkü kafasında
onun için biçtiği bir kalıp var, Meral’in sevgisine kıymet vermeyeceğini, özene
bezene yarattığı ve yaşattığı platonik aşk vatanını insafsız bir dozer gibi
yerle bir edeceğini düşünüyor. Ve bu saplantılı tutku Halil için çok önemli.
Yani içinde gayet mutlu olduğu bu dünya yıkılırsa ömür billah ayağa kalkamaz. E
gururlu da, aşkına yanıt bulmak için kadının peşinden koşacak biri değil.
Mottosu: “Aşkta yalnız ve cesur olmak.” Kalbime gömerim o zaman arabeskliği…
Bence dayanılır şey değil ama Halil
gayet güzel üstesinden geliyor, en azından bir yere kadar. Adam kapılır giderim
diye Meral’in gözlerine bile bakamıyor.
Ancak kafasındaki Meral imgesinden vazgeçip, şüphelerinden kurtulduktan sonra Meral ile ilişki
kurabiliyor.
Filme hayran kalmamın bir diğer nedeni de Türk Sanat Musikisi
ezgileri sanırım. Yani o siyah beyaz görsellere eşlik eden kanun ve ud sesleri,
diğer yanda yağmur dinginliği ile nükseden yoğun melankoli gönül telinizi bir güzel titretiyor. Peki ya İstanbul’un
zengin ama mağrur yalnızı Meral ile Büyükada’nın fakir ama gururlu yalnızı
Halil, el ele verip yalnızlıklarından bir izdivaç yaratabilecekler mi, yoksa bu
nihai aşk sosyal uçurumlara mı yenik düşecek? Merak ediyorsanız ve ayriyeten 60’lar
nostaljisini de seviyorsanız izleyin ve bu şairane güzelliğe lütfen kendi
gözlerinizle şahit olun.
Bu film mutsuz geçen bir günün ardından battaniyenin altına çekilip seyretmelik tam. Şöyle pencereye vuran yağmur damlalarını duya duya... müziklerine, nostaljisine doya doya... Çok güzel yazmışsın. İzlerken benim de aklıma Kürk Mantolu Madonna gelmişti.
YanıtlaSilTeşekkürler Emma, sen de çok güzel açıklamışsın😊 O şekilde izleyince daha da kıymetlenir kesinlikle.
Sil