4 Şubat 2015 Çarşamba

Wild vs. Tracks

Wild vs. Tracks

Yürümek… Uzağa… Çok uzağa… Kimsenin geçmediği ıssız-sessiz yollardan yürümek. Kendini tabiat ananın kucağına bırakmak. Her bir adımda kendini bulmak. Düşünmek… Yalnızlığını görmek… Bundan keyif almak… Kafayı yemek… Delirmek… Belirmek… Yolun sonunda yepyeni bir ben yaratmak. Değişmek… Günün sonunda dikenlerden kurtulup, arınmak.

Tabii hayatta kalabilirsen… Çünkü tabiat ananın kucağı sandığın kadar yumuşak değil. Kendini bulmaya gittiğin yol da o kadar erdemli değil. Bu yolu tamamlamaksa hiç kolay değil..!

İki farklı kıtadan, iki ayrı yol hikayesi var bugün karşımızda. Yürüyerek kendilerini bulmuş iki ayrı kadını işleyen iki güzel film…

Cheryl vs. Robyn


Wild, Cheryl Strayed’in aynı adlı kitabından uyarlanmış. Cheryl, evliliği ile ilgili yaşadığı sorunlar yetmezmiş gibi çok sevdiği annesini de sürpriz bir hastalık yüzünden kaybediyor ve bunun üzerine kafa dağıtmak ya da toplamak için 1995 yılında tek başına uzuuuuun bir yolculuğa çıkıyor. Amerika’da Pasific Crest Trial olarak bilinen, 1600 km’den daha uzun olan bir yolu yürüyerek kat ediyor. Kocaman botlarıyla attığı her adımda içindeki vahşiliğinden kurtuluyor. Yolculuk sonunda da deneyimlerini bir kitapla paylaşıyor. Tabii Cheryl’ın daha büyük dertleri de var. Yürüyüşü boyunca flashbacklerle hem Cheryl’ın hayatını kötü etkileyen geçmişindeki olayları izliyoruz, hem de onun tüm bunlardan nasıl arındığına şahit oluyoruz. 

Tracks ise Robyn Davidson’ın yürüyerek kendini keşfetme anlatısı. O da bir kitapla taçlandırmış yürüyüşünü. Ama onunkisi biraz farklı. Onun yolu daha uzun (Yaklaşık 3000 km!) ve yol boyunca kendisine dört deve ile bir köpek (Diggity <3) eşlik ediyor. 1975 yılında Avustralya çöllerini aşıp, batı sahillerine ulaşmak amacıyla, develeri kullanmak için önce uzun bir eğitim sürecinden geçiyor. Sonra yola koyuluyor. Kendini çöllere atmasındaki amacı da diğer hikayeden çok farklı değil aslında. Yolun sonunda, kavruk teni ve kurumuş dudaklarıyla nasıl olgun bir insana dönüştüğünü görüyoruz. Ama yol arkadaşını kaybetmek pahasına…  

 Cheryl Strayed & Reese Witherspoon

Robyn Davidson & Mia Wasikowska


Reese vs. Mia

Wild’da, Reese Witherspoon’u Cheryl Strayed olarak izliyoruz. Kendisi bu rolle ikinci kez Oscar’a aday oldu. Başarılı performansının Akademi’nin gözünden kaçmaması sevindirici. Ağzından düşmeyen küfürlere rağmen Cheryl’ı sevmemizi sağladı Witherspoon. Korkularını, kederlerini, hayattan beklentilerini çok iyi yansıttı. Çantasının ağırlığı altında ezilip salına salına yürürken bile, yaptığı hatalardan usanmış, artık kendini ve etrafını toparlamak isteyen gözü kara bir kadın vardı anlattığı.


Robyn Davidson ise Mia Wasikowska’nın bedeninde can buluyor Tracks’ta. Performansı neredeyse kusursuz. Develer ve Diggity ile kurduğu iletişim bile hayranlık verici. Filmin hikayesini ilk duyduğumda Wasikowska’nın yetersiz kalacağını (yaşından ötürü) düşünmüştüm. İzleyince ağzımın payını aldım. Kült oyuncu olma yolunda emin adımlarla ilerliyor ve her filmiyle biraz daha gelişiyor genç oyuncu. Seneye de Madam Bovary olarak izleyeceğiz kendisini, kim bilir belki Akademi’nin radarına da girer yeni filmiyle. 




Wild mı beni daha çok etkiledi yoksa Tracks mı? Cevabım Tracks. Çünkü Tracks’ta insanların aptallığından, boş konuşmalarının gürültüsünden, akranlarının rahata düşkünlüğünden, kırılganlığından bunalmış, kalbinin sesini, gerçekte kim olmak istediğini duyamamış bir kızın, çölün saflığına sığınıp, finalde okyanus sularıyla buluşması var. Bu bana bir yandan gerçekçi ve diğer yandan da masalsı geldi. Robyn’in olgunlaşma yolunu kendime daha yakın buldum ve daha çok sevdim açıkçası. Wild’da ise Cheryl’ın yolu biraz daha yapay ve zorlama sanki.
 
Tracks’dan daha çok etkilenmemin bir diğer nedeni ise, görüntü yönetimi işçiliği. Robyn’in rotası öyle güzel görüntülerle desteklenmiş ki (zaten Robyn’in NatGeo dergisindeki orijinal fotoğraflarından ilham alınmış) insanın çölde keşif yolculuğuna çıkası geliyor. Olağanüstü!



Wild’da ise en sevdiğim şeylerden biri final sekansında Cheryl'ın repliklerine eşlik eden, Simon & Garfunkel'in “El Condor Pasa” adlı şarkısı. Bayıldım!


Son olarak, ben bu iki filmi de gönül rahatlığıyla sizlere önereceğim. İzleyin, ilham alın. Ya benim gibi iç dünyanızda bir yolculuğa çıkın ya da onlar gibi aylar sürecek doğa macerasına atılın. Tercih sizin!


Puan: (B-)

Puan: (A-)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder