Bu dünyadan bir Vivian geçti!!!
Bir sanatçının keşfi aslında Finding Vivian Maier. Kapalı
kutuların, eski valizlerin açılması, tozlarının üflenmesi… Hep gölgede kalmayı
seçmiş yalnız bir kadının gün ışığına kavuşması, üzerindeki sır perdesinin az
da olsa aralanmasının anlatısı. Muhteşem eserlerinin onlarca yıl kilit altında
kaldıktan sonra özgürlüğe kavuşup dünyanın en prestijli müzelerinin duvarlarını
süslemesi süreci.
En İyi Belgesel dalında Oscar adaylarından biri olan Finding
Vivian Maier, sizleri Vivian’ın eksantrik kişiliğiyle tanışmaya, onun çektiği
olağanüstü güzel fotoğraflarla buluşmaya davet ediyor. Kendisi bizimle tanışmak
ister miydi bilemem ama ben onu tanıdığım için o kadar mutluyum ki!
Ömrü boyunca yüz binlerce fotoğraf çekmiş Vivian. Fotoğraflarını
hiç kimseye göstermemiş. Hatta onları bastırmamış bile. Fakat negatiflerini yıllarca
saklamış. Birçoğunun üzerine de profesyonelce yer ve zaman notu düşmekten geri
kalmamış.
Senelerce sakladığı negatifler o öldükten sonra günün
birinde tesadüf eseri John Maloof’un (belgeselin yönetmeni) eline geçiyor
(sanıyorum bit pazarından kelepir fiyata satın almış). Maloof daha sonra
negatifleri bastırıyor ve bu sanat harikası fotoğrafları çeken kadının peşine
düşüyor. Hakkında bilgi edinmek hiç de kolay olmuyor tabii. Uzun bir araştırma
sürecinden sonra Vivian’ın izini bulabilmiş Maloof.
Vivian’ın (1926-2009 arası yaşamış) hikayesi çok enteresan.
New York’a ilk geldiğinde bir konfeksiyon fabrikasında çalışmaya başlamış. Ama
bu izbe fabrikada çok fazla tutunamamış elbette, sokaklar onu çağırmış. O da
çareyi zengin ailelerin evinde dadılık ve hizmetçilik yapmakta bulmuş. Böylece
boynuna fotoğraf makinesini asıp arka sokaklarda olabildiğince çok fotoğraf
çekme fırsatı edinmiş. Çocukları çok sevmiş belli ki, bunu fotoğraflarından
anlayabiliyoruz. Vivian’ın bir tarzı var, daha çok alt tabakada yaşayan
insanların gündelik hallerine odaklanmış. Sosyal sınıf farklılıklarını da
çarpıcı bir şekilde karelemiş. Fotoğraf sanatından bihaber değil. Bunu
fotoğraflarında yakaladığı açı ve ışık kabiliyetiyle, başarılı kontrastıyla
anlayabiliyoruz.
Maloof, Vivian’ın bakıcılık yaptığı çocukları ve ailelerini
bulmuş, belgeseli de onlarla yaptığı söyleşiler üzerine kurmuş. Bu ailelerin
hepsi de Vivian’ın tuhaf davranışlarının farkındaymışlar aslında. Ama onun
hizmetinden memnun oldukları için pek ses çıkarmamışlar. Özellikle çocukların
sevgilerini kazanmakta zorlanmamış Vivian. Hepsine ilginç öğütlerde bulunmuş,
belgesel bunları da ortaya döküyor. Çocuklarını, evlerini emanet ettikleri bu
kadın hakkında fazla bir şey bilmemeleri de garip aslında. Vivian onlara
kendisinden hiç bahsetmemiş. Tek bildikleri Fransız kökenli olduğu. Her gün gazete
okuyup, gündemi takip edermiş. Özellikle gazetelerin 3. sayfa haberlerine
(cinayet, tecavüz, şiddet..) olan ilgisi ve o gazete küpürlerini kesip yığın
halinde odasında saklaması şaşırtıyor. Bu arada, Vivian odasına çalıştığı
ailelerin girmesini hiç sevmezmiş, mahremiyetine sonsuz saygı gösterilmesini
istermiş. Ne aileler bu kadının gün boyu boynunda asılı duran emektar
makinesiyle çektiği fotoğrafları merak etmiş, ne de Vivian bu fotoğrafları
onlarla paylaşmış.
Bu gizemli kadın sahip olduğu ne varsa bir yerlere koyup
saklamış. Şapkaları, ayakkabıları, paltoları, gazete küpürlerini, faturaları,
biletleri, ses kayıtlarını, otobüs ve tren kartlarını ömrü boyunca kutulara
atıp koleksiyoncu edasıyla biriktirmiş. Maloof bunlara da ulaşmayı başarmış.
Tüm bunları niçin yaptığını bilemeyeceğiz maalesef! Sırları
onunla birlikte mezara gitti. Onun yapayalnız sefil bir şekilde 83 yaşında can
verdiğini bilmek ne kadar da acı. Halbuki milyonları kendine hayran bırakan bir
sanatçı olarak el üstünde hayat sürebilirdi. Ama o tüm bu tantanadan uzakta
yaşamayı tercih etti, belki de en iyisini yaptı. Çok gezdiğini (Güney
Amerika’dan Yemen’e kadar tek başına dolaşmış), fotoğraf çekmeyi çok sevdiğini
ve içe dönük, yalnız bir insan olduğunu bilebiliyoruz ancak. Mahremiyetini didik
didik ettiğimiz için cennette bir yerde kızgın gözlerle bizlere baktığı da
ihtimal dahilinde! Ama aksi halde de dünya bu sanat harikası nostaljik
fotoğraflardan mahrum kalacaktı.
Neyse, lafı çok uzattım. Şimdi sizleri onun çektiği enfes
fotoğraflarla baş başa bırakacağım! Kim bilir belki günün birinde hayatı film
de olur. David Fincher yönetir, Helena Bonham Carter oynar!
İşte Vivian Maier’in objektifi.
Sokak Fotoğrafçısı, Sanatçı, Dadı.
Çok sevdiğimiz
gizemli kadına… Saygıyla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder