15 Ocak 2015 Perşembe

Nightcrawler



Bir terfi hikayesi Nightcrawler. Çalıp çırparak geçinen Lou Bloom, bir gece arabasıyla (muhtemelen onu da çaldı) otoyoldayken bir kazaya şahit olur. Kaza vuku bulduktan kısa süre sonra olay yerine intikal eden ve saniye saniye kazayı ve polislerin kazazedeyi kurtarışını kaydeden kameramanı görünce yeni maceralar peşinde olan, artık görece düzgün bir iş isteyen kahramanımızın kafasında şimşekler çakar ve ertesi sabah kendini kamera ve telsiz satın alırken bulur. Kollarını sıvayan “serbest kameramanımızın” ilk iş gecesi de tam bir kaos! Nerede olay varsa oraya maydonoz oluyor. Uyduruk kamerasını amatör bir şekilde kazazedelerin, alkoliklerin burunlarına kadar sokuyor. Polislerden olanca azarı işitiyor. Ancak çektikleriyle ilk parasını kazanmayı da biliyor. Onun için ilk gece mahsullerinden biri de haber yönetmeni Nina (Rene Russo). Nina ile işbirliği kurarak çektiği haber videolarını onun ajansına satmaya başlıyor.


Böylece kahramanımız, bir gecede hırsızlıktan, flash haber kameramanlığına terfi ediyor. Bundan sonra onun kariyerini çizişine, başarı basamaklarını bir bir tırmanışına tanıklık ediyoruz. Sahip olduğu cahil cesaretinin verdiği atılganlık ve korkusuzluk, laf cambazlığı, kendini pazarlayabilmesi ve sınır tanımaz tavrı kısa zamanda onu diğer rakiplerinin önüne geçiriyor. Yaptığı her yeni vurgunla daha yükseklere çıkabilmek için adeta çıldırıyor. Hatta bir süre sonra haber yakalayabilmek için paranoyaklaşıp olayların gidişatına müdahalede bulunuyor. 
Tam da bu noktada kahramanımıza can veren Jake Gyllenhaal’u alkışlamalıyım. Lou Bloom’un özellikle hırslarını, deli cesaretini perdeye çok iyi yansıtıyor ve empati kurmak dahi istemeyeceğimiz vicdansız bir “sosyopat” yaratmakta eksik kalmıyor. Kesinlikle senenin en üstün performanslarından biri!

Yönetmen Dan Gilroy, filmin hiçbir anında yüksek tempoyu düşürmemiş. Günden güne yozlaşan gazete ve habercilik camiasını da eleştirmekten geri kalmamış. Bunu özellikle Lou Bloom’un başarı hırsı ve reyting peşinde koşan haber yönetmeni Nina’nın sansasyon emiciliği üzerinden anlatmış. Tam da geçen hafta Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı sonrasında, Fransızlar ölenlerin ailelerine saygısızlık olmasın diye vurulma anını yayınlamazken, Türk medyasının tüm kanallarda çarşaf çarşaf bunu göstermesini akıllara getiriyor film. İnsan ne zaman bu kadar vahşi ve sınırsız olduk diye düşünmeden edemiyor!


Puan: (B+)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder