Bir terfi hikayesi Nightcrawler. Çalıp çırparak geçinen Lou
Bloom, bir gece arabasıyla (muhtemelen onu da çaldı) otoyoldayken bir kazaya
şahit olur. Kaza vuku bulduktan kısa süre sonra olay yerine intikal eden ve
saniye saniye kazayı ve polislerin kazazedeyi kurtarışını kaydeden kameramanı
görünce yeni maceralar peşinde olan, artık görece düzgün bir iş isteyen
kahramanımızın kafasında şimşekler çakar ve ertesi sabah kendini kamera ve
telsiz satın alırken bulur. Kollarını sıvayan “serbest kameramanımızın” ilk iş gecesi de
tam bir kaos! Nerede olay varsa oraya maydonoz oluyor. Uyduruk kamerasını
amatör bir şekilde kazazedelerin, alkoliklerin burunlarına kadar sokuyor. Polislerden
olanca azarı işitiyor. Ancak çektikleriyle ilk parasını kazanmayı da biliyor. Onun
için ilk gece mahsullerinden biri de haber yönetmeni Nina (Rene Russo). Nina ile işbirliği
kurarak çektiği haber videolarını onun ajansına satmaya başlıyor.
Böylece kahramanımız, bir gecede hırsızlıktan, flash haber
kameramanlığına terfi ediyor. Bundan sonra onun kariyerini çizişine, başarı
basamaklarını bir bir tırmanışına tanıklık ediyoruz. Sahip olduğu cahil
cesaretinin verdiği atılganlık ve korkusuzluk, laf cambazlığı, kendini pazarlayabilmesi
ve sınır tanımaz tavrı kısa zamanda onu diğer rakiplerinin önüne geçiriyor.
Yaptığı her yeni vurgunla daha yükseklere çıkabilmek için adeta çıldırıyor.
Hatta bir süre sonra haber yakalayabilmek için paranoyaklaşıp olayların
gidişatına müdahalede bulunuyor.
Tam da bu noktada kahramanımıza can veren Jake Gyllenhaal’u
alkışlamalıyım. Lou Bloom’un özellikle hırslarını, deli cesaretini perdeye çok
iyi yansıtıyor ve empati kurmak dahi istemeyeceğimiz vicdansız bir “sosyopat”
yaratmakta eksik kalmıyor. Kesinlikle senenin en üstün performanslarından biri!
Yönetmen Dan Gilroy, filmin hiçbir anında yüksek tempoyu
düşürmemiş. Günden güne yozlaşan gazete ve habercilik camiasını da
eleştirmekten geri kalmamış. Bunu özellikle Lou Bloom’un başarı hırsı ve reyting
peşinde koşan haber yönetmeni Nina’nın sansasyon emiciliği üzerinden anlatmış. Tam
da geçen hafta Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı sonrasında, Fransızlar
ölenlerin ailelerine saygısızlık olmasın diye vurulma anını yayınlamazken, Türk
medyasının tüm kanallarda çarşaf çarşaf bunu göstermesini akıllara getiriyor
film. İnsan ne zaman bu kadar vahşi ve sınırsız olduk diye düşünmeden edemiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder