1 Şubat 2017 Çarşamba

Jackie


Jackie için kısaca bir halet-i ruhiye filmi denilebilir aslında. Spot ışıklarının altına itilmiş, milyonların gözü üzerine çevrilmiş yaslı bir kadının zifiri karanlığa gömülmüş ölgün ruh halini izliyoruz sadece. Amerikan Başkanı John Fitzgerald Kennedy'nin 1963'te kurban gittiği korkunç suikasta ve sonrasındaki cenaze törenine kadar geçen yas sürecine, gençliği güzelliği ve şıklığıyla nam salmış first lady Jacqueline Kennedy'nin gözünden, çarpık ve baş döndürücü bir kurguyla bakmamızı sağlıyor film. Suikastın ardından cehennem simülasyonuna programlanmış Beyaz Saray'da zebaniler devletin bekası için halef başkanın yemin zırvasına odaklanmış, ablak suratlı yeni first lady duvar kağıtlarını değiştirmenin derdine düşmüşken; Jackie yapayalnız bir halde matemine bir anlam vermeye, iki küçük çocuğuna babalarının ölümünü anlatmaya çalışıyor. Yönetmen Pablo Larrain, biricik first lady'yi Beyaz Saray'ın salonlarında pahalı mobilyaların, kadife perdelerin arasında, stilize kıyafetlerin, siyah tülden şalların içinde, kendisine musallat olan eski başkanların ruhlarıyla beraber içkisini yudumlarken, hıçkıra hıçkıra ağlarken, ve evet kafayı yerken resmediyor. Kocasının, kollarının arasında can verdiğini, kurşunlanmış beyninin parçalarının meşhur pembe elbisesine, naylon çoraplarına yapıştığını ve kan gölüne dönen arabanın içinde yolculuğa bir müddet daha devam ettirildiğini hesaba katarsak Larrain'in anlatı için meczupluğun sınırlarında gezinen bir konsept seçmesine hak vermek lazım. Jackie, bu kasveti bol janjanlı tablonun içinde ayaklı bir bibloymuşcasına geziniyor. Alabildiğine işlevsiz. Bulunduğu ortama yakışıyor, hacimsel olarak yer kaplıyor belki ama ruhsal manada yok hükmünde. Yine de eşinin hatırasına sahip çıkmak için var olmaya çalışıyor, yaşadıklarının sahiciliğini hazmedebilmek için etrafındakilere hissettiklerini tüm çıplaklığıyla anlatıyor, böyle anlarda kimimizin çenesi açılır ya hani o hesap. Arada kah silikon yatağına uzanıp, kah yerdeki el emeği dokuma halısına devrilip derin bir sükunet içerisinde sinir krizleri geçiriyor. Jackie'nin tüm travmaları mekanla ilintili gerçekleşiyor yani. E tüm bu paket Natalie Portman'ın harika oyunculuğuyla kesişince de filmden etkilenmemek mümkün değil. Lakin çok kısır bir senaryoya sahip Jackie, bundan da bahsetmek lazım. Olaylar bir röportajın çevresinde belgesel tadında ağır aksak ilerliyor. Bir de filmin içindeki karakterlerin söyledikleriyle işaret ettikleri bambaşka şeyler olunca ve ağızlardan sürekli kasıntı bir biçimde özdeyişvari bölük pörçük replikler dökülünce soğuyorum ben izlekten. Bu film diyalogsuz olsaydı belki, Mica Levi'nin arka fonda çalan endişe verici müzikleriyle beraber bir girdapmışcasına daha çok içine çekip sürükleyebilirdi seyircisini.  Larrain öyle bir atmosfer yaratmış ve kadraja aldığı her objeye matem havasını öylesine sindirmiş ki durumun vahametini salt görüntülerle anlıyorsunuz zaten, laf kalabalığına gerek yok. Ancak tabii bu haliyle bile benden yüksek bir not koparmayı başardı film, hakkını teslim etmeliyim... Yarasın! (B+)
.

2 yorum:

  1. Merhabalar :) Blog keşiften geliyorum. Sayfanı gerçekten çok beğendim ve severek takip edeceğim :) Kendi sayfama da beklerim. http://markininkalemi.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
  2. Bir filmkolik olarak benim için güzel bir site, bana da beklerim

    http://gezgiccift.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil