17 Ocak 2017 Salı

La La Land



Ahh... Bu "rüyalar gerçek olsa seni her gün görürdüm, o incecik beline sarılarak yürürdüm / sabah olmasın diye güneşi durdururdum, yanardağlarda tüten ateşi söndürürdüm" mottolu La La Land hakkında ne yazsam bilmiyorum. Böyle girdiğime bakmayın, elbette beğendim. Hem de çok. Hatta yarattığı rengarenk karnaval atmosferini öyle sevdim ki ekranın içine cumburlop dalıp o cıvıltıya müdahil olamadığım için çok üzgünüm şu an. Bıraksalar gıkımı bile çıkarmadan tüm ömrümü Los Angeles'ta bir sokak lambası olarak tüketebilirdim. Filmden çıktıktan sonra eve dönüp koltuğa yığılarak mandalina emiklemekten daha keyifli bir aktivitedir diye düşünüyorum en azından. Neyse. Hollywood film stüdyolarından hoş bir seda bahşediyor La La Land kulaklarınızın hatta gönüllerinizin pasını silmek için. Hayallerinizin peşinden koşun diyor. Diyor demesine ancak hayalleriniz her zaman istediğiniz formda gerçekleşmeyebilir, buna hazırlıklı olun ve sakın vazgeçmeyin diye de mesajını eklemeyi ihmal etmiyor. Los Angeles'ın ruh okşayan sarhoş esintili, müzikal akşam karanlığında dans eden iki hayalperest: Mia (Emma Stone) ve Sebastian (Ryan Gosling). Biri aktris olma heveslisi, diğeri de gönül verdiği caz müziğe yeni bir soluk getirmeye niyetli. Aşık oluyorlar. Tutkulu düşler, anlık sevinçler, kıpır kıpır danslar ve harika şarkılar karışıyor aşklarına film boyunca, hayal nerede bitiyor gerçek ne zaman başlıyor anlamanın imkanı yok. Arka fonda da geceleyin bile maviliğinden ödün vermeyen yıldızlı tanrısal gökyüzü! Gökyüzü hepimizin elbette, ama hayalleriyle yaşayan insanlar onunla daha çok haşır neşir, değil mi? Öyle bir gökyüzü ki bu, La La Land’in dingin, düşsel notalarına ilahi bir zevk katıyor. Ön plandaki ikiliye ve tabii ki seyirciye de aşka gelip kayan yıldızların arasında memnuniyetle uçuşmak kalıyor haliyle. Gerisi ise baki mutluluk… Damien Chazelle’i eski görkemli Hollywood müzikallerini 2016 dijital sinemasında yeniden dirilttiği için takdir etmemek olmaz. Gerçekten o peri tozlu, naif - nostaljik havayı her kareye sindirmiş. Sinema için uyanıkken rüya görmek derler ya hani bir nevi, hah işte bu deneyimi iliklerinize kadar hissettiriyor Chazelle. AMA... Tüm bu temaşayı çocuksu bir heyecan ve acemilikle işlerken özellikle kalabalık sahnelerin yönetimindeki yetkinsizliği, senaryonun ucuzluğu ve ana karakterlerinin tek boyutluluğu da göze çarpıyor. Ha, bunlar büyüyü bozuyor mu peki? Kesinlikle hayır. Film bittiğinde hayaller gerçek olsa diye iç geçirmeyen bizden değildir! (A-)
Son olarak fragmanı da paylaşayım, havamızı bulalım.


6 yorum:

  1. Oldukça benzer fikirleri taşıyoruz. Senaryo eski, karakterler derinliksiz, ama büyüleyici mi..kesinlikle. Zaten sinema da bunun için yok mu :) Yaratıcı bir fikir gerekmez her zaman. Eğer inandırıcıysan her masalı rahatlıkla satabilirsin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten de öyle. Önemli olan hissettirdikleri aslında, gerisi teferruat. Varsın bizleri şaşkına uğratacak delicesine yetkin bir senaryo metni olmasın, bu film tek başına kazandırdığı muhteşem müzikler için bile alkışı hak ediyor :-)

      Sil
  2. Filmi izlediğim günden beri müziklerini dinliyorum. Yorgun ruhlarımıza ne güzel geldi bu film değil mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet.. City of Stars, Someone in the Crowd... bu ikisine daha filmle buluşmadan önce bile bağımlı olmuştum ben. Ruh halime göre döndürüp döndürüp dinliyorum 😊

      Sil
  3. Ryan Gosling ile Adım adım cinayet filminde tanışmıştım. Dikkat çekiyordu, sonrasında tüm filmlerini takip ettim. Bu filmi henüz izlemeyenlerdenim, tür olarak uzağım ama jön için izleyebilirim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sezonun en çok ön plana çıkan filmiydi La La Land. Müzikal sevmiyorsanız bile Ryan Gosling hatrına bir şans tanıyabilirsiniz :)

      Sil