21 Ekim 2015 Çarşamba

Şairane Bir Güzellik: Sevmek Zamanı

Türk Sinemasına katkılarından ötürü usta rejisör Metin Erksan’ın aziz ruhuna en mukaddes duaları bağışlamak gerek. Kendisi bundan tam yarım yüzyıl önce aşkın en saf hali üzerine modern bir şiir yazmış. Bu muhteşemlik film değil kesinlikle, olamaz... Okuyucusuna damardan bahşedilen lirik bir şiir bu. Hemen ilk sahnesinde kanınıza karışıp, etkisi altına alıyor. Koltuğunuzdan kalkıyorsunuz, 1965 sonbaharının İstanbul ve Büyükada sokaklarına çıkıyorsunuz. Faytonlar, vapurlar, gözleri sürmeli alımlı kadınlar… yoldaşınız oluveriyor. Kafanızı nereye çevirseniz aşk, ve alabildiğine hüzün. Dibine kadar da melankoli… Eski İstanbul ne hoşmuş, insanları nasıl saygılı ve kibarmış, hayran kalmamak elde değil…


Sevmek Zamanı, Yeşilçamın yıllaca cıvkını çıkarttığı zengin kız - fakir oğlan kombinasyonunun ilk örneklerinden, ve belki de en eli yüzü düzgün olanı. Filmi yazıp yöneten Erksan, Fars edebiyatında da sıklıkla rastlanan “surete aşık olma” temasını o yıllarda alışılagelmişin dışında modern bir tarzda ve Avrupa Sinemasına paralel bir üslupla beyazperdeye aktarmış. Özellikle görüntü yönetimine dikkat çekmek istiyorum. Kadraja yansıyan şahane fotoğraflar, kullanılan geniş açılar ve başarılı imgeleme teknikleri Türk Sineması’nda yaygın görülen şeyler değil kesinlikle. Zamanının çok çok ötesinde bir yapım bu. Sekanslar şiir gibi karelerle öyle güzel sunulmuş ki, tüm duyguları, acıyı, tutkuyu diyaloglardan değil de salt görüntülerden alıp hisleniyorsunuz. Hele ki benim gibi depresif bir ruh haliyle filmin başına oturduysanız (dışarıda yağmur yağıyordu ve ben gece 12’den sonra battaniyeyi üstüme çekip seyrettim) aşık olmamanız için hiçbir neden yok! Öyle ki şu an benim için sadece göldeki sahneyle bile Türk Sineması’nın mihenk taşı olmuştur bu film.


Kürk Mantolu Madonna’sında  Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?" sözleriyle sorgulamış Sabahattin Ali “surete aşık olmak” eyleminin tuhaflığını. Onun Raif Efendi’si ile Erksan’ın boyacı Halil (Müşfik Kenter)’i kardeş gibiler. Her ikisi de ince ruhlu, naif, içine kapanık. İkisi de bir kadının portresine kaptırmış gönlünü. Sevmek Zamanında Meral (Sema Özcan)’in büyülü resmini, donuk bakışlarını görüyorsunuz, Halil’e hakkını vermek lazım. Maria Puderinki ise hayal gücünüze kalmış. Yanlış hatırlamıyorsam Maria Puder müzede Raif Efendiyi resmini izlerken görüp ortaya çıktıktan sonra adam onu tanımak ve ilişki kurmak için can atıyordu. Filmde ise durum biraz farklı, ki zaten Raif ile Halil’in kaderleri de farklı. Büyükada’nın yalnızlığından ve sonbaharın melankolik atmosferinden ilham alan Halil, iç süslemelerini yapmak için girdiği evin duvarında devasa bir kadın portresiyle karşılaşıyor ve ona ilk görüşte vuruluyor. O andan sonra aylarca bir ritüel halinde gidip gidip her gün resmi seyrediyor ve bir gün karşısında portrenin sahibi Meral beliriyor. Kadın bu durumdan çok etkileniyor ve Halil'e ilgi duymaya başlıyor. Halil ise başlarda kadını tanımak, resmin arkasında yaşayan Meral’i görmek için tenezzül bile etmiyor. Çünkü kafasında onun için biçtiği bir kalıp var, Meral’in sevgisine kıymet vermeyeceğini, özene bezene yarattığı ve yaşattığı platonik aşk vatanını insafsız bir dozer gibi yerle bir edeceğini düşünüyor. Ve bu saplantılı tutku Halil için çok önemli. Yani içinde gayet mutlu olduğu bu dünya yıkılırsa ömür billah ayağa kalkamaz. E gururlu da, aşkına yanıt bulmak için kadının peşinden koşacak biri değil. Mottosu: “Aşkta yalnız ve cesur olmak.” Kalbime gömerim o zaman arabeskliği… Bence dayanılır şey değil  ama Halil gayet güzel üstesinden geliyor, en azından bir yere kadar. Adam kapılır giderim diye Meral’in gözlerine bile bakamıyor.  Ancak kafasındaki Meral imgesinden vazgeçip, şüphelerinden kurtulduktan sonra Meral ile ilişki kurabiliyor.


Filme hayran kalmamın bir diğer nedeni de Türk Sanat Musikisi ezgileri sanırım. Yani o siyah beyaz görsellere eşlik eden kanun ve ud sesleri, diğer yanda yağmur dinginliği ile nükseden yoğun melankoli  gönül telinizi bir güzel titretiyor. Peki ya İstanbul’un zengin ama mağrur yalnızı Meral ile Büyükada’nın fakir ama gururlu yalnızı Halil, el ele verip yalnızlıklarından bir izdivaç yaratabilecekler mi, yoksa bu nihai aşk sosyal uçurumlara mı yenik  düşecek? Merak ediyorsanız ve ayriyeten 60’lar nostaljisini de seviyorsanız izleyin ve bu şairane güzelliğe lütfen kendi gözlerinizle şahit olun.


2 yorum:

  1. Bu film mutsuz geçen bir günün ardından battaniyenin altına çekilip seyretmelik tam. Şöyle pencereye vuran yağmur damlalarını duya duya... müziklerine, nostaljisine doya doya... Çok güzel yazmışsın. İzlerken benim de aklıma Kürk Mantolu Madonna gelmişti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Emma, sen de çok güzel açıklamışsın😊 O şekilde izleyince daha da kıymetlenir kesinlikle.

      Sil