19 Temmuz 2015 Pazar

Thelma & Louise

Yol, yolculuk, dostluk üzerine kurulu sürükleyici bir film arıyordum uzun zamandır. Sürüklenmek, kaybolmak, hiç gitmediğim ıssız bir yerde bulunmak istiyordum. Ridley Scott’ın filmi ilaç gibi geldi. Thelma (Geena Davis) ve Louise (Susan Sarandon)’in üstü açık yeşil arabasının arka koltuğunda buldum kendimi. Mutsuz ve güvensiz iki Amerikan kadının el ele, diz dize, dudak dudağa, güçlü kuvvetli hükümet gibi kadınlara evrilişine şahit oldum. Gözlerimin önünde kurtuldular sorunlarından. İçlerinde bastırdıkları her ne varsa gözlerimin önünde dışarı çıkarttılar… Fena mı oldu? Bu vesileyle blogun tozlanmış filmler köşesinin tozlarını da hafiften üfledim hem.

Thelma ve Louise… Yıllarca ne yaşamaktan yana gülmüşler ne de kocadan sevgiliden yana, belli. Mutlu olmadıklarını daha ilk sahnede anlıyorsunuz. Hayatın çetrefilleri delirtmiş bu kadınları. Zorluklar, zorbalıklar tükenmek bilmemiş, adamakıllı deliliklerini de yaşayamamışlar. Hani dersiniz ya “delidir ne yapsa yeridir” diye. Bunlar öyle değiller işte... Deliye yatıp, içlerini boşaltmak için fırsat verilmemiş onlara. Sıkışıp kalmışlar, bunalmışlar, anlıyorsunuz… Kader bu iki deli kadını bir araya getirmiş. Yakın arkadaş olmuşlar. Kafa kafaya verip bir haftasonu kaçamağı için plan yapıyorlar. Kadın kadına şehirden uzaklaşacaklar, dağ evine gidecekler… Biraz tatil yapıp kafa dağıtacaklar, biraz da eğlenecekler… Hazırlıklar tamam. Yola çıkmadan önce güzelce fotoğraf da (selfie?) çekiliyorlar. Ve gazlıyorlar. Müzikler şahane, keyifler pür ferah!.. E sonrası? Tahmin edersiniz ki kahramanlarımızın başına gelmeyen kalmıyor. Onlar da paçalarını kurtarmak için suça bulaşıyorlar. Tuhaftır ama suç işledikçe de özgürleşiyorlar. Özgürlüklerini tehdit eden her bir unsuru yıkıp geçiyorlar, taa ki Büyük Kanyon’a kadar…

Filmin feminist okumaları da pek tabi yapılabilir. Thelma da Louise de erkeklerin sebep olduğu sorunlardan bunalıp şehir dışına, yine erkeklerin baskın olduğu tozlu yollara çıkar. Uğradıkları bir barda Louise, Thelma’yı tecavüz etmeye kalkışan aşağılık bir erkeği öldürür. Sonrasında ikilinin paralarını çalıp, Thelma’yı market soymaya yönelten kişi de yine bir erkektir (Brad Pitt). Üstelik bu alçak adam Thelma’nın kalbini de çalmıştır. Yine peşlerine takılıp, sarkıntılık eden kamyon şoförü de bir erkektir ve kahramanlarımız zincirlerini kırdıktan sonra ona dersini vereceklerdir. Bir sonraki sekansta Louise’in sevgilisinin (Michael Madsen) söz vermesine rağmen ikilinin kaçış planını polise öttüğünü öğreniriz. Ayrıca Louise’in de geçmişinde tecavüze uğradığına dair mesajlar alırız. Film boyunca Thelma’nın, kocasının diktası altında nasıl sorunlu bir hayat sürdüğünü de anlarız. Burada verilmek istenen mesaj da, bir kadının erkek diktatörlüğünde yaşamasının nasıl korkunç olduğudur. Yine finalde ikiliyi yakalamaya çalışan polis ordusu da erkeklerden oluşmaktadır ve zincirlerinden kurtulan kahramanlarımız bir daha asla erkeklere teslim olmayacaklardır. 

Tüm bunları bir erkek olarak ben görüyor ve söyleyebiliyorum. Ancak, dünyada kadınların başına örülen tüm çoraplardan erkeklerin sorumlu olduğunu düşünmek de sağlıklı bir fikir değil. Zaten filmde de ikilinin başlarına gelen belaların odağında erkeklerden daha çok Thelma’nın saflığı bulunmaktadır. Thelma bir çocuk gibi saftır. Louise her olayda onu bir ebeveyn gibi kollamaktadır. Ama ve lakin Thelma’nın bu denli saf oluşunun müsebbibi de kocasıdır…



Neyse boşverelim mesajları falan… Sürprizleri yukarıda gerzeklik edip bozdum ama yine de Thelma ve Louise sizlere yüksek tansiyonlu bir aksiyon ve eğlenceli iki saat geçirtmeyi vaad ediyor. İkiliye hayat veren Sarandon ve Davis’in karşılıklı döktürmeleri de cabası! 





2 yorum:

  1. yazınızı çok beğendim.. final ödevimde birkaç alıntı yapabilirim:)) hakkınızı helal etmeniz dileğiyle

    YanıtlaSil